Evlilikte Aşkın Yeri
Nişanlılık döneminin ilk zamanlarında sık ve ısrarla sorulan bir sorudur, “Beni seviyor musun? “.Bu, cevabı zaten bilinen çok saçma bir sorudur. Ancak, çoğu kez şımarıklık olsun diye sorulsa bile, bazen nişanlıların içlerinde yatan kararsızlıkları da ortaya koyabilir.
Ve, genellikle, bu şüpheler, evlenme tarihinin yaklaşmasıyla kaybolur. Zira, bu şüphelerin tehlikeli olduğunu düşünerek, kararlı, kendilerinden emin bir hava yaratmak isterler. Fakat, evlendikten sonra sevilmeme korkusu yeniden kendini gösterir. Çok mutlu beraberliklerde bile zaman zaman böyle tereddütlerin olması son derece tabiîdir.
Nişanlılık döneminde gençler, genellikle birbirlerine en iyi yanlarını gösterirler. Birbirlerine hayrandırlar.
Evlendikten sonra eşler, yavaş yavaş birbirlerini övme çabalarına son verirler. Bu da evlilik hayatındaki ilk şüpheleri doğurur. Her iki gençde de az sevildikleri fikri yerleşir.
Kocalarına fazla “annece” davranan kadınlar, kocalarının hep çocuk kalmasına yolaçabilirler.
Evliliğin sağlam temellere dayanmasını sağlayan başlıca etkenlerden birisi de karşılıklı saygıdır. Anlayışlı ve saygılı olmanın yanısıra sevgi ve şefkat pek çok kusuru hoşgörüyle karşılamayı dolayısıyla geçinmeyi sağlar. Evlilikte karşılıklı uyum, sadece görünüşte değil, eşlerin düşünce ve değer yargılarını kapsayan içdünyalan arasında da sağlanmalıdır.
Yeni evliler, eğer böylesine mükemmel bir uyumu ancak birlikte gayret ederek elde edebileceklerini hesaba katmazlarsa, kendilerini son derece can sıkıcı bir ortamın içinde buluverirler.
Çoğunlukla, düğün merasimi yapıldıktan sonra her şeyin kendiliğinden en iyi biçimde hallolacağına inanılır. Bir sürü aksilikten, felaketten sonra “mutlu son”la, yani evlilikle biten aşk romanları, insanlarda bu kanaatin oluşmasına sebep olmuştur.
Son derece çocukça olmasına rağmen, bu inanç belirli bir kültüre sahip insanlar arasında da marnlamayacak kadar yaygındır. Elbette, evlilik mutlu bir son değil kötü bir başlangıçtır, demek istemiyoruz. Ancak, evlilik bir son değil, bir başlangıçtır…
Özellikle, erkek için sevdiği kızı nikâh masasına götürmek, sevgilisinin onu her zaman seveceğini garanti etmeye yeterlidir. Onun ilgisini sevgisini elde edinceye kadar, adeta bütür enerjisini tüketmiştir. Ve artık, başka bir şey yapmasına gerek kalmadığını sanır. Kadın ise, nişanlılık dönemi boyunca etrafında pervane olan nazik nişanlısının evlendikten sonra da aynı şekilde hareket etmeye devam edeceğine inanır. Her ikisi de yanıldıklarının farkına vardıklarında aldatıldıkları fikrine kapılırlar.
Aslında, evlilikte aşk, sadece sihirli bir duygu değildir. Eşler, birlikte göğüs germeleri gereken zorluklar karşısında uyum içinde omuz omuza mücadele edeceklerdir. Ayrıca aşk, sadece sevip sevilmek demek de değildir. Sürekli ve karşılıklı bir sevgi, saygı, anlayış alışverişidir.
Genç karı-koca, ortak hayatlarının başlarında, birbirlerinin tepkilerini, zevklerini ve özelliklerini iyice anlamaya çalışmalı, geçici de olsa, gelecek hakkındaki taşanlarını bir tarafa bırakmalıdır-lar.
Çünkü çoğu kere, eşlerden birinin herhani bir alışkanlığı, bir olay karşısındaki tutumu diğerinin hoşuna gitmeyebilir. Yanlış anlaşılmalara tartışma ve sürtüşmelere yolaçabilir. Genellikle, yeni evlilerin tartışmaları basit, incir çekirdeğini doldurmaz olaylardan kaynaklanır.
Sık sık düşülen bir başka hata da, insanın sevdiği kişinin kusurlarını, ya da noksan taraflarını ortak hayatta istediği şekilde düzeltebileceğine inanmasıdır. “Ben seni kabul ediyorum, ama olduğun gibi değil. Seni yeniden şekillendireceğim halinle!” diye düşünen biri pek dürüst ve gerçekçi hareket ediyor sayılmaz. Arzusunu gerçekleştirmeyi başaramadığında da kendini aldatılmış ya da hayal kırıklığına uğramış hisseder. Birini olduğu gibi değil de olması gerektiği, gönlünce değiştirebileceği haliyle seven biri kötü bir aşıktır. Ve hayal kırıklığına uğramaya mahkumdur.
Genellikle, evlendikten uzun yıllar sonra eşler birbirlerini karşılıklı etkilediklerinden değişirler ve bir bakıma birbirlerine benzerler. Ancak, hemen ilave edelim, bu değişiklikler önceden tasarlanmış, planlanmış değişiklikler değildir. Farkında olmadan karşılıklı etkilenmenin sonucunda kendiliğinden olur.
Eşler arasındaki uyumun özel zevklerden fedakarlık ederek gerçekleşebileceğini düşünmek de son derece yanlıştır. Zira, sırf eşinin hoşuna gitsin diye fedakarlık eden kişi, ne sevgisini ispatlamış, ne de gerçek anlamda bir uyum sağlamış olur.
Bu tür fedakarlıklarda bulunan kişi, aslında kendinden fedakarlık etmiş olur. Giderek yaptığı fedakarlıklardan pişmanlık duyabilir. Böylece aşkın yerini alan boyun eğiş, ilk fırsatta nefret ve öfkeye dönüşür.
Evlilikte eşlerin sürekli kendilerinden fedakarlık etmeleri olumsuz sonuçlar doğurabilir. Hele sürekli fedakarlık eden eşlerden biriyse, bu ya tam bir kişiliksizlik ya da umulmadık bir anda, büyük bir isyanla son bulabilir. Uyum sağlamak, huzurlu bir evlilik hayatı, kadının veya erkeğin alışkanlıklarında köklü değişiklikler yaratabilir. Ancak, uyum sağlamaya çakşırken, eşler, aşk, geçim uğruna kendi hayatlarını kendilerine zehir etmekten de kaçınmalıdırlar.
Sürekli olarak anlayıştan, saygıdan, şefkatten ve karşılıklı saygıdan sözeder-ken aşkı da yabana atmamak gerektir. Henüz aşkın gerçek tanımı yapılamamıştır. Aşkı, kimisi Eflatun gibi ideal-leştirir, kimisi de Safo türü aşkı dikkate alıp modern psikologlar gibi, bir hastalık olarak nitelendirir.
Safo türü aşk, başlıbaşına bir ihtiras, bir heyecan, bir şevk, kısacası bir tutkudur. Psikologlar, bu tutkuyu sarhoşluk benzeri, anormal bir ruh hali olarak tanımlıyorlar. Tutkusunun esiri olan insanda bencilliğin yerini diğer gamhk alır. Hasta olarak kabul ettiğimiz bu kişi sevdiğim eleştirmekten, gerçek yüzüyle görmekten acizdir. Kendini adeta ona teslim etmiştir. Aşırdık edilirse, sonuç, şüphesiz ki bir trajedidir.
Tutkular, ne şekilde olursa olsun, gelip geçicidir. Tutku, bir rüzgar gibi esip gittikten sonra, sevgililer, ya aniden birbirlerine yabancılaşıp kendi yollarına gider, ya da aralarında tutkunun yerine daha sağlam temellere dayalı bir hissin doğduğunu keşfederler.
Evlendikten sonra “ben”in yerini “biz” kavramı alır. Kısacası, karı-koca, gerek ortak, gerekse kişisel hayatlarını ilgilendiren kararları birbirlerine danışmadan alamazlar, almamalıdırlar da. Her olayı başbaşa vererek çözümlerler. “Biz” kavramı, ancak bir kadın ve bir erkek arasında gerçekleşebilir. Bu yüzden, karı-koca arasındaki aşk, arkadaşlıktan farklıdır.
Eşlerin her yönden birbirlerini, tamamlaması gerekir.
Evliliğin en olumlu yanı, hiç şüphesiz ki, bir kadınla bir erkeğin “biz” kavramını benimsemiş olmasıdır. “Biz” kavramı, iki ayrı kişiliği değil, birbirini her yönden tamamlayan iki kişiliği ifade eder. Bu yüzden, “ben”i ortadan kaldırmadığı gibi onu daha da mükemmelleştirir.
Yüzyıllar boyunca evlilik hayatı birtakım âdet ve geleneklere dayanmıştır.
Sadece “Herkes böyle yapıyor” düşüncesi bile, insana davranışları konusunda huzur vermeye ve herkesle uyum sağlamasına yetiyordu. Günümüzde evlilik anlayışı yeni bir boyut kazanmış bulunuyor.
Evliliklerinin ilk zamanlarında çiftler, “biz” kavramının temeline ulaşmış olmaktan epey uzaktırlar. Bu yüzden, birlikte çaba göstermeleri gerekir. Zira, her konuda tam bir uyum sağlayamazlarsa, evlilikleri yoluna giremez.
0 yorum:
Yorum Gönder