Sayfalar

16 Temmuz 2010 Cuma

Eşler Arasında Bazı Olumsuz Davranışlar

Bazı olumsuz davranışlar
Eşler birbirlerini anlamaya, tanıma­ya, aralarında uyum sağlamaya çalıştık­ları sırada bazı engellerle karşılaşacak­lardır elbette.
Çoğu kere bazı minik, .olumsuz, davra­nışlar devleştirilip, aşılması güç engeller haline sokulur. Zira, evliliğin başından itibaren, eşlerden biri, olaylar karşısın­da takındığı tavrın, yerinde olduğunu değiştirmemesi gerektiğini sanmakta­dır. Aslında bu tutum son derece yanlış­tır. Zira herkes yanılabilir. Ve evlilikte esas engeleri işte bu katı yanlış tutum teşkil eder.
Şimdi bu yanlışların başucalarından söz edelim. Önce “sessizlik”i ele alalım. Daha çok erkeklerin, ancak sık sık ka­dınların da başvurduğu bir davranış şeklidir bu.
Biz burada örnek olarak bir erkeği ele alacağız. Ancak yazdıklarımız kadınlar için de geçerlidir.
Sözgelimi, erkek, karısının hoşuna git­meyen bir davranışı karşısında, bunu söyleyip gerçek sebeplerini araştıracağı­na, genellikle “Beni gerçekten sevseydi, böyle yapmazdı. Ben de o, kalbimi ne ‘ kadar kırdığını anlayana kadar susar se­simi çıkarmam. Benim söylememle bu­nu yapmaktan vazgeçecekse, hiç vaz­geçmesin! Umurumda bile değiL Önemli olan, bunu kendi kendine anlayıp, vaz­geçmesidir. Ancak, o zaman ona saygı ve sevgi duyabilirim…” diye düşünür. Ve incinmiş, hakkı yenmiş biri havası» içinde susmayı yeğler. Elbette bu “ses­sizlik” ile hiçbir problem çözümlenemez. Zira karısı onun bu suskunluğuna bir an­lam veremez. Anlasa da, bu davranışı pek çocuksu ve ciddiyetten uzak bula­caktır.
Bu durumda kadın, haklı olarak “Bir erkeğin konuşmaya, fikirlerini söyleme­ye, en azından ne istediğini açıklamaya cesareti olması gerekir. Böyle bir karış suratla etrafta dolaşmasının bir yara­rı yok ki” diye düşünür. Bir kadının, bir erkeğe yapabileceği en büyük hakaret de, onun tam olgun bir erkek olmadığını belli etmesi değil midir?..
Bunun tam tersim düşünürsek, yani kadınla erkeğin yerini değiştirirsek, o zaman da erkek, yanında kırgın, küskün duran karısı için “Ne kötülük var bu yaptığımda? Hiçbir şey kafasına girmi­yor. Üstelik bir de küsüyor” diye düşü­nür.
Aslında, her şeyden önce, küsüp ko­nuşmamak, temelinde bir anlaşmazlık yattığı için olumsuz bir davranıştır. Suskun kişi, gerçekte bu yolu meseleyi çözümlemek için değil, sürdürmek ama­cıyla tercih eder. Çünkü, o incinmekten adeta özel bir zevk alır. kendisinin bu gerçeğin farkında olma­masından kaynaklanır zaten. Kısacası, olay, az ya da çok mazohizm (kendisine eziyet etmekten zevk alma) türünden, anlaşılmamaktan duyulan bir tür çarpık zevkten kaynaklanır.
Bazen, bu tür davranışlar patolojik görünümler kazanır. Sözgelimi, erkek ya da kadın, sürekli incinmeye ihtiyaç du­yar. Kimi zaman da bu durumu kendisi yaratır. Böylelikle, eşi ne kadar uğraşır­sa uğraşsın evliliklerinde huzurlu bir ha­va yaratmayı başaramaz. Böyle durum­larda bir uzman hekime başvurulmasın­da yarar vardır.
Ancak, genellikle ruh sağlığı yerinde olan kimselerin de az ya da çok, mezohist bir yanı vardır. Yani, hayatlarının belli bir anında suskunluğu tercih eden erkek ya da kadınlarda da böyle mazohist bir yan bulunabilir.
Bu mazohist yanın kişiliğe hpkim ol­masını, bir alışkanlık haline dönüşmesi­ni önlemek için, bu olumsuz davranış şeklini, ilk ortaya çıktığı anda etkisiz hale getirmelidir. Mazohist yanı ağır ba­san kişi doyuma ulaşabilmek için, sürek­li daha çok acıya ihtiyaç duyar. Bu tıpkı, bir alkoliğin giderek içkinin dozunu ar­tırmasına benzer. Böylece, durum gitgi­de kötüleşir. Ve eşler arasında önceleri kırgın, küskün bir hava teşkil eden ses­sizlik, daha sonra sinir bozucu bir hal alır. Sonunda da eşler birbirlerinden tamamiyle koparlar.
Şayet eşinin hoşuna gitmeyen davra­nışları karşısında sessiz kalmayı tecih eden kişinin patolojik problemleri yok­sa, eşler fazla zorluk çekmeden durumu düzeltebilirler.
Her şeyden önce incinmiş olanı olaya “Beni sevseydi böyle davranmazdı” dü­şüncesiyle bakmamahdır. Diğeri de, onun kırgınlığını ciddiye almalı, hatası­nı kabul edip özür dilemelidir. Ancak bu şekilde eşinin kırılan kalbini, gururunu tamir edebilir. Çünkü, mazohist eğilimin yanısıra, incinmiş gururun, yani hayal kırıklığına uğramış egosantrizm de bu suskunluğa yolaçabilir.
Karı-kocanın içtenlik ve alçakgönüllükle, en önemlisi de birbirlerini suçla­madan aralarındaki anlaşmazlığı tartı­şarak çözümlemeye çalışmaları böyle durumlarda en iyi yoldur.
Dargınlığın “esas sorumlusu”, hani o “Sevgisi yalan olduğu için eşini üzen davranışlarda bulunan”, diğerinin bek­lediği gibi, hatasını anlayıp da özür di­lerse evlerinde esen soğuk, gergin hava­yı kolayca ortadan kaldırabilir…
Bu durum, özellikle, yeni evliler ara­sında sık sık ortaya çıkar ve yanlış anla­şılmalara sebep olur. Ashnda kara­kocalar, karşılıklı biraz anlayış gösterse­ler bu can sıkıcı küsmeler, incinmeler hiç olmaz.
Bir başka olumsuz davranış ise, yuka­rıda sözünü ettiğimiz darılıp, konuşma­ma huyunun tam tersidir. Yani, kadının ya da erkeğin eşine yapması ve yapma­ması gereken şeyleri sert, kesin bir dille söylemesi, kısacası eşine ültimatom ver­mesidir.
Bazı kocalar karılarının makyaj yap­malarına, yüksek topuklu ayakkabı giy­melerine, belirli bir kokuyu ya da koku sürmelerine, bazı yerlere gitmelerine veya biriyle arkadaşlık etmelerine, bazı kültürel vb. faaliyetleri sürdürmelerine, bazı işlerde çalışmalarına yahut da bü­tün bu saydıklarımızın hepsine birden karşı çıkabilirler.
Kadınlara gelince, onlar da kocaları­nın sigara, içki vb. içmelerine karşı çı­karlar.
Ancak, bu küçük yasaklar ve iyilik ol­sun diye yapılan zorlamalar, karşı çık­malar karı-kocanın işlerinden tutun da arkadaş seçimine ve hatta fikir özgür­lüklerine kadar giderse o zaman iş deği­şir ve durum ciddiyet kazanır.
Çünkü yasakların sebepleri, genel ola­rak, sağlık, ekonomik imkanlar, toplum kuralları vb. gibi konulardan kaynakla­nıyor gibi görünse de aslında, bu ufak tefek şeyler, gizlenmeye çalışılan bir re­kabetten, hükmetme ihtiyacından, bazı konularda lütufkar davranma inceliğin­den, pasif, yumuşak başlı bir eşi arzula­maktan ve sık sık da insanoğlunun sa­dist yanından kaynaklanıyor olabilir.
Sadizm ya da diğer bir deyişle, sevilen kişiye herhangi bir şekilde eziyet etme, acı çektirmekten zevk alma, mazohizm gibi, en dengeli insanlarda da her zaman bir belli ölçüde mevcuttur.
Şayet, eşlerden birinde sadist yan ağır basarsa, sistematik hals gelir de, amacına ulaşmak için, eşinin en tabiî eğilimle­rine, alışkanlıklarına bile açıkça karşı çıkmasına yolaçarsa patolojik bir durum sözkonusudur. Bu takdirde der­hal bir uzman hekime başvurmak gere­kir.
Genellikle eşine bazı şeyleri yasakla­yan kişi, davranışının hatalı olabileceği­ni aklına bile getirmez. Çünkü, her şeyi yuvalarının, eşinin iyiliği için yaptığına inanmaktadır. Bu halde, anlaşmazlığa çare bulma görevi diğer eşe düşer. En iyisi, küçük, önemsiz şeyler sözkonusu olduğunda, davranışları kısıtlanan eşin, o an için sesini çıkarmadan, herhangi bir tartışmaya girmeden boyun eğmesidir.
Böylece, karısının ya da kocasının ken­disine kafa tutmasını bekleyen iyi niyet­li eş, onun hemen teslim olduğunu gö­rünce önce şaşırır, sonra da yumuşar. Zi­ra, insan, istediği bir şeyin hemen kabul edildiğini görünce, kendini pek zafer ka­zanmış gibi hissedemez… Sonuçta ço­ğunlukla kazançlı çıkan boyun eğen eş olur. Çünkü kendi istediği gibi davran­ma hakkını kolayca elde eder. Zaten öte­ki için olay artık değerini kaybetmiştir.
Ancak, eşi sert tepki gösterirse konu­yu gurur meselesi yapabilir. Olay büyür, dallanıp budaklanır. Eğer karıkoca bir­birlerinin yasaklarına aldırış etmezlerse, giderek bu hiçe sayışlar birikir ve incir çekirdeğini doldurmayacak şeyler yü­zünden tartışırlar hatta kavga ederler.
Yasaklama ve zorlamalar iş seçimi gi­bi özel önem taşıyan konuları kapsıyor­sa, boyun eğmek, şüphesiz yanlıştır. An­cak, bağırıp çağırarak tepki göstermek de doğru olamaz. Eğer, yasakları koyan kadının ya da erkeğin patolojik bir duru­mu yoksa, eşi, onun kendi açısından haklı sebepleri olabileceğini kabul etme­li, sakin ve objektif görüşle tartışmaya girmelidir. Çoğu kere, bu tür tartışmalar sonucunda temelde bambaşka problem­lerin yattığı-ortaya çıkar. Böylece karı­koca anlaşmazlıklarının gerçek sebebini bulup, daha önce akıllarına bile getirme­dikleri yollarla kolayca halledebilirler.
Yukarıda saydıklarımızdan başka, birbirine zıt olmakla beraber, aynı dere­cede hatalı olan iki davranış çeşidi daha vardır. Bunlar da daha çok yeni evliler­de görülür.
Bunlardan birincisi, eşlerden birinin ya da her ikisinin de kendi isteklerini bastırarak sadece ötekinin arzusunu ye­rine getirmeye çalışmasıdır. İkincisi ise, bunun tam tersi olup, eşlerin kendi öz benliklerim koruyabilmek, kişiliklerin­den fedakarlık etmemek için alışkanlık­larında en ufak bir değişiklik yapmak­tan bile kaçınmalarıdır.
Gerçekte, eşinin mutluluğundan baş­ka bir şey düşünmeyen, onun her arzusu­nu yerine getiren kadın ya da erkek, ona karşı fazla uzun sürmeyecek bir aşın hayranlık duygusu taşıyor demektir. Üstelik bu aşırı hayranlık devam etse bi­le, tutum yine de olumsuzdur. Zira, “biz” oluşmasına hiçbir katkısı olmadı­ğı gibi işlerden birinin kişiliğini gök­lere çıkartırken diğerini önemsiz kılmak­tadır.
Bu hayranlık devresi sona erince ger­çek bütün çıplaklığıyla kendini gösterir. Ve ortaya bir sürü problem çıkar. Genellikle, eşine sevgisinden, hayranlığından kendini hiçe sayan kişi, sonunda onu en acımasız biçimde suçlayan, doyuma ulaşmamasının, düş kırıklığına uğrama­masının tek sebebi olarak onu gören, yaptığı fedakarlıkları başına vuran kişi de olur.
Baba havasında bir koca, çocuksu ka­rakterli karısının her arzusunu yerine getirmekten büyük zevk alabilir. Ancak, böyle davranmakla onu mutlu etmekten ziyade, onu ne istediğini bilmeyen şıma­rık bencil bir bebek haline getirir.
Aynı şekilde, kocasına annesiymiş gibi davranın bir kadm da onu şımartarak bir koca bebek yapacaktır. Bu erkekte, kişiliğine daha derin anlamlar veren baş­ka tecrübeler edinme arzusu doğuracak­tır.
Bazı yörelerde erkek, evlenince kılıbık ve korkak damgası yememek için bekar­lık, alışkanlıklarını sürdürmek zorunda­dır. Sözgelimi, boş vakitlerini, karışım evde bırakarak, erkek arkadaşlarıyla birlikte, kahvehanelerde, oyun salonla­rında meyhanede geçirir.
Evliliklerinin ilk zamanlarından itiba­ren bazı eski alışkanlıklarını sürdürerek ne kadar güçlü bir kişiliğe sahip oldukla­rını gösterdiklerini sanırlar.
Olgunlaşmamış kişi, ister kadın, ister erkek olsun bu tür davranışlarda yeter­sizliğini örtbas etmeye çahşır. Çünkü, halâ çocukluk bencilliğinden kurtulama­mıştır ve büyümek için de pek istekli de­ğildir. Alışkanlıklarını ve eski hayat tar­zını, evlendikten sonra da aynen sürdür­mekte ayak direr.
Olgunlaşmamak günümüzün hastalı­ğıdır diyebiliriz.’ Bazı psiko­loglar, olgunlaşamayanların sayısının son elli yıl içinde en azından iki katına çıktığını iddia ediyorlar. Bunun sebeple­rini anlatmak da o kadar zor değil…
Birkaç yıl öncesine nazaran, günü­müzde gençler çocukluklarından itiba­ren bir sürü şey öğrenirler. Herkes gü­nümüz gençlerinin ana-babalarının ve dedelerinin vb. kendi yaşlarında oldu­ğundan daha zekî oldukları fikrinde bir­leşiyor. Ayrıca, günümüz gençleri kendi sorumluluklarını ana babalarına oranla daha erken yükleniyorlar. Hayatlarını erken yaşta kazanmak zorunda kalıyor­lar. Ve çoğu hem çalışıp hem okuyor.
Bunun neticesi olarak, son elli yıla ba­kılırsa, günümüz kısanları geçen yüzyıl­daki ya da bu yüzyılın başlarındaki ya­şıtlarından daha çok şey biliyor ve daha pratik bir zekaya sahip. Ancak genellik­le kişilik gelişimi biraz geri kalmış ve duygu dünyası da yeterince gelişeme­miştir. Çocukluk dönemi gereğinden uzun sürmektedir.
Kimi zaman olgunluk yaşına kadar uzanan bu çocukluğun oyunacakları da cep radyosu, walkman> teyp, pikap, tele­vizyon, motosiklet, araba, futbol maçla­rıdır…
Eşlerin her ikisi de şayet olgunlaşma­mış kişiliklere sahipse, anlaşmaları, do­layısıyla da “biz” olmaları son derece güçtür. Tek yapacakları şey, olgun kişi­ler olmadıklarını kabul etmeleri olgun­laşmak, büyümek için çaba harcamaları­dır.
Bunlar genellikle, çok genç yaşta ev­lenmiş kişilerdir. Olgunlaşmamalan kendilerini tedirgin ettiği için evliliği seç­mişlerdir. Evlendikten sonra ise bu en­geli aştıklarına inanarak, olgun insan ro­lü oynayan gururlu, bencil çocuklar olurlar. Bunun yanısıra hayallerini, ol­gunlaşma sürecini tamamlamak için, bir an evvel çocuk sahibi olmaya bakarlar.
Akıllı ve kültürlü gençler, evliliğe he­nüz tam hazırlıklı olmadıklarının ve er­ken evlenirlerse mutlu ya da çok mutlu olamayacaklarının farkındadırlar. Evle­nirlerse, önlerinde engelleri birlikte aş­maları gereken iki macera arkadaşı ola­caklardır. Büyük ihtimalle çocuk sahibi olup, onun sorumluluğunu yüklenmek­ten de kaçınacaklardır. Evlerinden kaç­mış iki genç gibi paylarına düşen her ko­nuda elbirliği etmeye çalışacaklardır.
Maddî güçlükler, imkansızlıklar onla­ra yararlı bile olacaktır. Hele arkaların­da, bütün maddî probemlerini halleden bir aileleri olursa, olgunlaşmaları daha zor olacaktır. İmkansızlıklar, güçlükler onları birbirlerine daha çok bağlayıp ya­kınlaştıracaktır. Yaşadıkları tecrübe, güçlükler mücadele azimlerini arttıracak onları daha, bir gerçekçi, hoşgörülü, ol gun kişiler haline getirecektir.
Eşlerin kendi kişiliklerini koruması, hiçbir zaman tam bir olgunlaşamama belirtisi değildir.
Evlilik hayatında, hiç taviz vermeyen kişinin enerjisi, israf edilmiş bir enerji­dir. Çünkü, bu tutum, “ben”den “biz” kavramına geçişi geciktirir, ya da tama­men engeller.

0 yorum:

Yorum Gönder

http://genelsaglikbilgilerimiz.blogspot.com/